🎈 Evimizde Nasıl Bir Iş Bölümü Var
Görüntülemeİstatistiklerine Nasıl Girilir & HUAWEI P9 Lite Mini içinde Uygulama Süresi Sınırı ayarlansın mı?
“Evin İçinden” adlı bölümde asından da anlaşılacağı gibi, evimizde hep elimizin altında bulundurduğumuz nesneler anlatılmış: Kitap, ayna, kurşunkalem, yara bandı “Çorbadan Çereze” bölümü ekmek, peynir gibi temel besinleri, patates cipsi ve kola gibi gereksiz şeyleri anlatıyor.
Bilişimteknolojileri alanı; internet, prosedürler, intranet ve iletişim araçları gibi bir çok sayıda detaylara sahiptir. Bilişim alanı küreselde son 50 senedir var olan ancak bugün günümüzde olağan üstü derecede öneme sahip bir sektördür. Gelişme değeri oldukça yüksek olan bilişim alanı, dünyadaki gelişmiş bir
Freelancejobs online in worldwide ile ilişkili işleri arayın ya da 21 milyondan fazla iş içeriğiyle dünyanın en büyük serbest çalışma pazarında işe alım yapın.
Oturma odanızda sadece mobilyalara yer vermeyip, çalışma alanı veya iş alanı oluşturmalısınız. İş alanı oluştururken evde yaptığınız işler, iş yerinde çalışıp bitiremediğiniz ve gece evde devam ederim dediğiniz işleri yapabilmek adına bir masa veya özel bir alan oluşturup oturma odanızda özel alanlar yaratmalısınız.
2C7g9. Mekatronik Mühendisliği Bölümü Geleceği Var Mı ? Merhaba Sayın Okurlarımız. Ülkemizde daha bir kaç yıl öncesine kadar adı pek bilinmese de yurt dışında oldukça popüler olan ve ülkemizde de yavaş yavaş öğrencilerin ilgi gösterdiği bölümlerden birisidir Mekatronik. İngilizce “Mechanics ve Electronics” uyarlanmasıyla bu ismi ülkemizde almıştır. Özellikle üniversite de bu bölümü tercih edecek olan öğrenciler bölüm hakkında araştırma yapmaktadır. Ayrıca bölümü okuyanlarda bu alandan mezun olduktan sonra ne gibi yerlerde iş bulunabilir bunun üzerine araştırmalarını sürdürmektedir. Öncelikle şunu belirtelim ki Elektronik,Makine ve Yazılım Kontrol Mühendisliğinin birleşimden oluşan ürünler,cihazlar üretiminde bu mühendislere ihtiyaç Mühendisliği okumak istiyorsanız şunu söyleyebiliriz ki teknolojiye ilginizin olması gerekmektedir. Çünkü bu mühendislik dalı son teknoloji hatta geleceğin teknolojisini günümüzde kullanarak akıllı cihazlar üretmektedir. Örnek vermek gerekirse Çamaşır Makineler,Buzdolapları ve evimizde ki diğer akıllı beyaz eşyalar bu mühendislerin geçerek sizleri daha da bilgilendirelim. Mühendis oldum çamaşır makinesi mi üreteceğim demeyin sakın. Ülkemizde hatırı sayılır derecede dev beyaz eşya markaları var. Ve bu firmalar yoğun bir şekilde Mekatronik Mühendisi aramaktadır. Benim gözüm daha yükseklerde diyenler içinde İş Sahaları genişlemektedir. Şu şekilde örnek verelim. Mayın Tarama Robotları,Gece Görüş Sistemleri,Bankamatikler gibi günlük yaşantımızda kullandığımız ya da kullanacağımız ürünlerin üretilmesinde geliştirilmesinde Mekatronik Mühendisleri faaliyet göstermektedir. Ayrıca Otomotiv Firmalarında, Uçak Bakım Firmalarında yani Havacılık sektöründe, Akıllı Robot üretimi yapan firmalarda çalışabilirler. Yurt dışı eğitimi önemli bir konudur. Yüksek Lisans Yaparsanız gerçekten çok iyi şirketlerde iş bulabileceğinizin garantisi var. Sadece ülkemiz için değil yurt dışında çalışabilirsiniz. Anacak Eğitimi zordur dersleri ağırdır diyebiliriz. Genellikle matematik ağırlık dersler üniversitelerde geçiş imkanı var mı ? Elbette. 2 yıllık Meslek Yüksek Okulunun Makine Bölümlerinden mezun olanlar Dikey Geçiş Sınavını kazanırlarsa ve tercih edeceği üniversite o bölümden alım yapacaksa 4 yıllığa geçişi mevcuttur. Yani 2 yıllık bir Makine Bölümü öğrencisi Mekatronik Mühendisi olabilir. Alt kısımda yer alan en fazla tercih edilen üniversitelerin Mekatronik Mühendisliğinde 2014 ve 2015 yıllarında almış olduğu öğrencilerin kontenjanları,taban ve tavan puanları yer almaktadır. Üniversiteye gitmek için bu kadar puan almış olmanız gerekiyor. Durumu son olarak özetleyecek olursak dünya genelinde teknoloji bu kadar hakimken bu mühendislerin boşta kalmayacağını ilerisi için çok ihtiyaç olacağını kesin bir dille söyleyebiliriz. Kazanmak için yüksek puan almış olunması gerekmektedir. Çalışma alanları devlet kurumlarında ve özel sektörlerde olabiliyor. Devlette Roketsan,TUBİTAK gibi kurumlarda çalışırken özel sektörde ilgili teknoloji devlerinde iş bulunabilir. Üniversite Adı Programın Adı Kon Taban Puan Tavan Puan Yıldız Teknik Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği İngilizce 41 440,37297 455,70969 Yıldız Teknik Üniversitesi Mekatronik 36 433,51526 459,30489 Bahçeşehir Üniversitesi Mekatronik İngilizce Tam Burslu 8 432,26440 442,89966 Marmara Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği 40 403,47060 422,06689 KaynakEditör Bir önceki yazımız olan Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Mezunları Nerelerde Çalışabilir? başlıklı makalemizi de okumanızı öneririz.
Tasarım disiplini açısından bir iş bölümü var, yoksa yaratıcılık, işletmecilik gibi bir ayırım yok henüz. 11. Ticari bir piyasada özü yaratıcılık ve yenilikçilik olan bir iş kolundasınız. İş adamı kimliğinizle, yaratıcı kimliğinizi nasıl bir işbirliğine soktunuz? Bir tek Orhan Irmak sadece tasarım yapıyor. Ortağı işletmeci. Biz de buna döndürmek istiyoruz. % 75 tasarımın lehine olduğunda ortağımın tasarım yönetimi ile uğraşması gerekecek. Şimdi ikimiz de işletme sorunlarıyla eşit ilgileniyoruz. 12. Şirketiniz kurulduğundan bu yana hangi hızda büyüdü? Bu büyüme hızından memnun musunuz? Bu büyüme hızına katkı yapan nedenler sizce nelerdir? 2002 geçiş noktasıdır. Öncesi mimarlık. Bugünden itibaren endüstriyel tasarım ciddi ciro olarak giriyor. İvmeli bir büyüme var. Deneyimin knowhow’ın, repütasyonun arttıkça büyüme var. % 60 büyümüştür. 13. Yeni proje alımını hızlandırmak ve/ veya karlılığı artırmak konularında oluşturduğunuz stratejileriniz var mı? Tanıtımla ilgili planlarımız var sanayiciye yönelik. Potansiyel yeni sanayici. Daha gerilla faaliyeti gibi. Design Week, Marketingist fuarına katılmakla olmuyor. 14. Şirketinizin tanıtımını nasıl yapıyorsunuz? Hangi araçlarla yapılan tanıtımın etkili olduğuna inanıyorsunuz? İnternet, basın, katalog, fuar ve sergi katılımları. Tanıtımın kime yapılacağı ile ilgili çok değişik parametreleri olduğunu deneyimliyorum. 15. Sizce internette varolmak tasarım danışmanlık şirketlerine nasıl bir kazanım sağlar? Şirketiniz internetteki mevcudiyetinden ne şekilde yararlanmakta? “Var” olmanızı sağlar. PR, mevcut ve yeni müşteri ilişkileri geliştirilmesi, bilgi paylaşımı, iletişim bilgileri paylaşımı, vs 16. Türkiye’de endüstriyel tasarım sektörünün bugün ulaştığı seviyeyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Endüstriyel tasarım sektörünün durumunu olumlu değerlendiriyorum. 1996 mezunuyum. O zamandan beri olan sürecin içindeyim, gözlemliyorum. Örnek vermem gerekirse o zaman herhangi bir yayın organının içinde insan kaynakları ekinde tasarımcı ilanı bulmak çok şanstı. Şu anda mezunlar neredeyse mezun oldukları yaz işe girebiliyorlar. On senede 15 senede inanılmaz bir istihdam potansiyeli yaratılmış olduğunu görüyoruz. İş ilanları örneği aslında arz talep konusunda bir cevap içeriyor. Ama yine de benim görüşüm tatmin edici değil çünkü bir tarafta tasarımcılar var, bir tarafta da iş talep eden üretim yapan sanayiciler var ve sorun şu ki çok geç başladılar, kendi sektörlerindeki baskı ile başladılar ve halen tasarımcılarla tasarım talep edenler arasındaki diyalogları öğrenme aşamasındayız. Çalışma koşulları, çalışma yöntemleri ve birbirini tanıma. Herkes birbirine tu kaka diyor, sanayici tasarımcıya siz bilmiyorsunuz bu işi, şu yöntemleri bilmiyorsunuz diyor. Herkes birbirine çamur atma içinde ama bir yandan da deneyimliyorlar çalışma yöntemlerini. İyi kötü fark ediliyor. Daha evvel konuştuğumuz tasarım yönetimiyle ilgili eksikliklerden dolayı aslında, nasıl çalışacaklarını bilememekten dolayı aslında bunları bilerek, deneyimleyerek, şanslarını deneyerek ulaşmaya çalışıyorlar. Şu anda geldiğimiz nokta biraz böyle bir şey. Daha iyi olacak ama geç kalmış olduğumuzu düşünüyorum. Dünyanın üretimi başka bir yere kaymışken, keşke şu anda geldiğimiz aşamaya 6-7 sene evvel gelmiş olsaydık. Lojistik olarak çok stratejik bir coğrafyada bulunmamızın avantajını daha verimli kullanabilirdik ülke olarak. Ama millet Uzak Doğu’da yaptırıyor artık. Üretim neredeyse, tasarım da oraya kayıyor. İnanmıyorum ki bahsedilen, bazı arkadaşların endişe duyduğu yabancı şirketler ofis açacaklar Türkiye’de...inanmıyorum böyle olacağını. Çünkü üretim neredeyse, şubesini orada açıyor. Üçüncü şubesini Shangai’da açıyor, 6. şubesini Hong Kong’da yarısının orada fason üretim yapan fabrikaları var. Orada tasarımcıya ihtiyaç var. Burada yok. Burada üretim yapılmadığı için küresel anlamda, dünyaya tasarım hayatı anlamında entegre olmaktan bahsediyorum. Yoksa, dışarıya iş yapan tasarımcı arkadaşlarımız var. Keşke daha evvel bu hızlandığımız noktaya gelseydik. Tasarım Konseyi ile hareket etmeler, o enerji...6-7 sene evvel bu noktada olmuş olsaydı... total bir bilinçten bahsediyorum. Hükümetlerin de bilincinden, sanayideki bilinçsizlikten bahsediyorum. Basının pohpohlamasından abartmasından bahsettik, bütün dünyada geçerli bir şey. Çok da eleştiremiyorum. Mevcut düzen bunu gerektiriyor. Bu böyle olacak bir şey ama rock star designer’deniyor. Ama böyle diye çok satacak, para kazandıracak şartı yok. Bir sene sonra ürünü kataloglarından çektiklerini, satmadıklarını, kazanamadıklarını fark ediyorsunuz. Dolayısıyla temel noktaya geri dönüp, ürünü niçin tasarladığımız, kimin için tasarladığımız, bu sürecin yönetiminin olması özellikle bizim gibi ülkelerde, az kurşunumuz var ve doğru yere ateş edilmesi gerekiyor ve parayı doğru harcamamız gerekiyor. Neye ihtiyacımız olduğunu, hangi segmente pazarlamamız gerektiğini bilmek gerekiyor. İlle de rock star tasarımcıya pazarlamamız gerekmez. Eğer amaç doğru ürüne doğru fiyatta doğru hedeflenen pazara doğru bir hacimde satarak para kazanmak. 17. Türkiye’de endüstriyel tasarımın nasıl bir gelişme göstereceğini öngörüyorsunuz? Ful koşturmaya devam edeceğiz. Marka işini yerleştirdiler kafaya. Sektörler çok küçük aslında. Herkes birbirini tanıyor. Birisi bir yerde tasarım yatırımı yapınca hemen rekabet oluyor. Basının da gazıyla design PR meselesi oluştu. Bunu da Gaia & Gino, Vitra, Nurus, Beko Arçelik tasarım stratejisi güttükleri için ileride Kobilerde bizimle çalışacak, ama bilmiyorlar ve öğrenmiyorlar... İki sene evvelki karamsarlığım azalmış durumda. Bu aralar nötrüm. Sebebi de, daha ülkesel olarak İstanbul yoğunluklu pozitif algılanma eğilimimizin giderek artması. İlk in Milano sergisi, Design Week, vs. bir şekilde, bizim kültürel birikimimizden gelen farklılıklarımızı ekleyebiliyor olmamız. Biz çok farkında değildik, onlar biliyorlardı. Derdimiz bunları açmak. Biz neyiz, farkımız ne? Barbarlar Sergisi.. Ne barbarlığı burada bambaşka incelikler var, kültürümüzde. Onlarla tezat, kara mizah yapmak.. Bu bir medium. Ben Ortadoğu’da değilim, ben tam ortadayım Istanbul’da. Ortadoğu dedikleri yer benim için Yakın doğu. Doğu muhafazakarsa muhafazakarım ama çok da liberalim İstanbul’da. Doğu duygusalsa, duygusalım ama çok da pozitif bilimlere yatkınım. 18. Tasarımın demokratikleşmesi veya sosyal innovasyon gibi kavramları nasıl değerlendiriyorsunuz? Düşük maliyetli üretim ve alternatif iş modelleri Tasarım zaten yeterince demokratikleşmiş bir şey. Şu anda çok elitist gibi gösteriliyor. 500 euroya kalem de alabilirsiniz, 2 YTL’ye de aynı miktarda yazı yazacak bir kalem alabilirsiniz. Onu da bir tasarımcı tasarlamıştır. Mevcut düzende kim neyi size gösteriyor, almanızı istiyor size. Marangozum 150 YTL’lik telefon kullanacağına milyarlık telefon kullanıyor. Piramidin en alt tabakasında insanlar için de bir şeyler tasarlanabilir. 19. Üretimin uluslararasılaşması konusu sizce bir fırsat doğuruyor mu?
Evinizde nasıl bir iş bölümü var? Kim hangi işleri yapıyor?a ulaşabilmek ve dersinizi kolayca yapabilmek için aşağıdaki yayınımızı mutlaka Evinizde nasıl bir iş bölümü var? Kim hangi işleri yapıyor?Cevap Evde işlerimiz paylaşılmış bir durumdadır. Her sabah annem ve babam sofrayı hazırlar. Bizde kardeşimle kalkıp odamızı toplarız ve okul hazırlığımızı yaparız. Akşam eve geldiğimde köpeğimizin bakımını yaparım. Kardeşim ise balıklarımıza Türkçe Sonuç Yayınları Ders Kitabı Sayfa 147 Cevabı ile ilgili aşağıda bulunan emojileri kullanarak duygularınızı belirtebilir aynı zamanda sosyal medyada paylaşarak bizlere katkıda bulunabilirsiniz. 2023 Ders Kitabı Cevapları ☺️ BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
“Hamileliği doğrudan benim de müdahil olabileceğim bir şey olarak hiç düşünmedim. Bebek orada ve günü geldiğinde doğacak ve her şey o zaman başlayacak, ben o zaman dahil olacağım…….” Kişisel özellikler, kendimizle birlikte getirdiklerimiz, alışkanlıklarımız ve birçok faktör hayatı paylaştığımız kişi ile yeni bir motif oluşturmak; yani çatışmak, sonrasında uzlaşmak için belli bir süre gerektiriyor. Bu tabiki sadece bebek bakımını kapsamıyor, koca bir hayatı paylaştığımız her saniye iş bölümüne; yardımlaşma değil dikkatinizi çekerim; iş bölümüne ihtiyacımız var. Bu, anne- babamızla yaşadığımız ev için de geçerli, eşimizle yaşadığımız ya da ev arkadaşımızla yaşadığımız ev için de… Hamilelik dönemi, doğum ve sonrası için iş bölümü yapmak, bunu planlamak, yapamasak bile buna çabalamak bile; doğum olduğu an hiç ara vermeden burası çok önemli, hiç ara vermeden başlayan lohusalık ve bebekli yaşam için o kadar nimetmiş ki doğumdan önce yapılması gerekenler arasında ilk sırada geliyor benim için. —————————- Peki doğumdan önce nasıl sağlanır iş bölümü, böyle bir konu bizim evimizde nasıl gündeme geldi? Üniversite öğrenimi ve sonrasındaki beş yıllık çalışma sürecinde ailesinden uzakta yaşamış biri eşim. Yani ev işlerini “hayatında en azından bir kez” yapmış Ben ise; üniversite bitene kadar ailemin yanında yaşamış ve bebeğimiz doğana kadar ki beş yılı yalnız yaşamış biriyim. Açıkçası, bazı sorumlulukları bu beş yıllık dönemde alabildiğimi ve kendi hayatımı ancak o zaman kurabildiğimi söyleyebilirim. Uzunca yıllar ayrı şehirlerde yaşamış iki sevgili olarak eşimle bir araya geldiğimiz vakitlerde ikimizin paylaşacağı evde zamanla iş bölümü sağlayabileceğimizi tahmin ediyordum. Ancak evlendikten sonraki iki yıl eşimin tayin durumu uzayınca 🙂 bebek planını öne aldık ve bebeğimiz “ben geliyorummm!!! ” dedi. Böylelikle ikimizin paylaştığı evde hamilelik ve “ev paylaşımı” aynı anda başlamış oldu. Hamileliğin dördüncü ayında eşim ücretsiz izin alarak yaşadığım şehre geldi ve çalışmıyordu, bense haftanın beş günü çalışıyordum. Yukarıda bahsettiğim kişisel özelliklerin ve yıllardır yalnız yaşamanın katkısı ile yemek ve evin diğer tüm işleri ondaydı ben sadece bebeğimizle birlikte işe gidip geliyordum. Bizi ebeveynlik yolunda iş bölümüne götüren başlangıç ise hamileliğin 17. haftasında katıldığımız “doğuma hazırlık ve nefes çalışmaları eğitimi” oldu. —————————– Hamile olduğumu öğrendiğim andan itibaren acayip bir merak sardı beni, acaba bebek şu an hangi gelişim aşamasında, ilerleyen günlerde nasıl olacak? Bebeğin ilk oluşumuna dair kaynak ayırmaksızın tüm yazıları okuyup, videoları izliyordum. Başlarda doğum ve sonrası ile ilgili neredeyse hiçbir şey düşünmüyordum. An an sağlıklı olmak dışında başka dileğim yoktu. Neyse ki , çok rahat bir hamilelik geçirdim. İşin diğer kısımlarını rahat rahat düşünüp okuyabiliyordum. Tabi internette forum ve benzeri sayfaları okumayı net bir şekilde bıraktığımı da söylemem lazım, çünkü en ufak bir endişeyi krize çevirebiliyordu bu platformlar. O yüzden ben de bir süre bazı şeyleri bilmemeyi tercih ettim. Doğum ve sonrası, bebek eşyası, ne alınır ne yapılır bunlara uzun süre bakmadım. Ben bakmazsam evdeki kimse de bakmıyordu ! ilk başlarda avantaj olarak gelen bu durum, sonralarda beni düşündürmeye başlamıştı. Okuduğum ya da merak ettiğim ya da kafama taktığım şeyleri eşimle paylaştığımda ilgi ile beni dinleyip, fikirlerini belirtiyordu, ancak kendi başına çok çok az şeyi merak edip araştırıp benimle paylaşıyordu; ona daha çok bir bilinmezlik olarak gelen bu yolculuk, bekleyip görelim şeklinde zuhur ediyordu —————————— Evet doğum daha önce hiç yaşamadığım bir şey ve bir çok belirsizlik ile doluydu. Çünkü doğumların her biri kendine özeldi, bizimki de sadece bize özel bir yolculuk olacaktı. Ama nasıl olacaktı, ben bu süreçte yalnız mı olacaktım? Neyseki hamileliğimin çok başlarında karşılaştığım bir kitap yazının ek kısmında paylaştığım, bana kendi yolculuğumda tam da aklıma takılacak noktalara ışık tutmamı sağladı. Kitapta yazar, “doğuma hazırlık ve nefes çalışmaları eğitimi”ne katılıyordu ve doğum anında serbest bir ebe ile çalışıyordu????????? evet bu konu hakkında hiçbir şey bilmeyen biri için bir sürü soru miii? insan belki başta bunun da eğitimi mi olur? diye sormadan edemiyor,ancak katıldıktan sonra tam da asıl olması gerekenin bu olduğunu anlıyor. “Eğitim”in en güzel kısmı çift olarak katlıyor olmanız. Doğumun ve sizi nelerin beklediğini korkutularak değil , oyunlar oynayarak, yeri geldiğinde gevşeme çalışmaları yaparak, yeri geldiğinde de eşinizle dans ederek tüm yönleri ve yöntemleri ile ele alınıp anlatılıyor olması. Biz, bu sıcacık ortamı 17. haftamızda yaşadık. Eğitimden ilk defa bahsettiğimde, eşim “katılmamız gereken bir şey ise ve sen de istiyorsan tabi ki katılalım” cevabını verdi. Ancak yaşadığımız ilde böyle bir eğitim yoktu, belki de ben gözden kaçırdım,bilemiyorum. Ama şansımıza kitapta bahsedilen ebenin eğitimi yaşadığım şehre bir saatlik mesafede başka bir o sırada henüz benim yaşadığım şehre gelmemişti. Eğitim de iki gün sürüyordu, yani baya emek harcamamız gerekecekti. Neyse ki tarihler de bir şekilde uygun gelince bir gece otelde bir gece de yakın bir arkadaşımızda konaklayarak eğitime katılmayı başardık Meğer çok daha fazlasını başarmışız; ve o gün ilk defa üçümüz için bir adım atmışız. İlk gün efsunlanarak eğitimden çıkışımızı hiç unutamam sanırım, hiç susmadan yorum yapıp yarın şunu da soralım unutmayalım diye geçirdiğimiz, ikinci günü iple çektiğimiz bir gece… Biz o iki günün ardından öğrendiklerimiz ve ebemizin enerjisi ile öyle motive olmuştuk ki artık hamile olan sadece ben değil, bizdik. Bence böyle efsunlanmamızdaki en önemli nokta; hamileyken üçümüzün vakit geçiriyor olmasıydı. Eğitimden sonra; öğrendiğimiz ve özellikle eşimin uygulamalı olarak ilk defa denediği ve ne kadar işe yaradığına “ikna” olduğu gevşeme ve nefes çalışması sayesinde doğuma kadar, bebeğimiz ve bana gevşeme metinlerini okuyor, nefes çalışmalarını birlikte yapıyorduk, doğum anı ve bu süreçte önümüze çıkan herhangi bir sağlık probleminde doğumla ilgili çoğu şeyi artık bildiği için akıl yürütüp birlikte plan yapabiliyorduk. Doğuma yaklaştıkça yanımda istediğim tek doğum refakatçim eşim olmaya artık sadece o anlayabiliyordu beni, buna daha önce doğum yapmış olan kişiler de dahil 🙂 Bu motivasyonla 33. haftamızda ebemizin çok değerli bir psikolog ile hazırladığı “bebekli yaşama ve ebeveynliğe hazırlık” eğitimine katıldık, doğum sonrası bizi neler bekliyor, bebek bakımı, uykusundan beslenmesine, emzirme ve bebeğin ilk 12 ayındaki gelişim evreleri, lohusalık süreci, annenin hormonal değişimleri ve babanın yapabileceklerini birlikte öğrendik. Doğumumuz başka bir şehirde olacağı halde, bebeğimiz makat pozisyonda, kakasını yapmış olmasına rağmen ki kakasını yaptığını dahi kendimiz anlamıştık, çünkü suyun hangi renk gelirse ne olacağını bile biliyorduk çok iyi organize olarak doğuma gittik. Eşim heyecanlı olsa da nerede duracağını ve ne yapacağını biliyordu. Bana emzirme pozisyonunu dahi o aldırtıyor Bebek bakımı konusunda benim unuttuğum birçok şeyi hatırlıyor ve bebeğe yaklaşma konusunda korkusuzca banyo yaptırıp, tırnak kesip, uyutup gaz çıkarma, üst alt değişimi yapabiliyordu. Hala yenidoğan kaos süreci ile ilgili benden sonra bebeği olan arkadaşlarım bana danıştıklarında, mutlaka önce eşime soruyorum ———————————- Kısacası bizim kişisel deneyimimizde bugünden baktığımızda ebeveynlikteki iş bölümüne bu iki eğitimin çokça katkısı var. Bence bebeğimiz için yaptığımız en iyi hazırlık da buydu diyebiliriz. Öyle kıyafet ve diğer ihtiyaçlar gibi göreceli olarak yüksek ücretler karşılığında da değil. Tabi bilginin gücünü de yadsımamak lazım. Hamilelik, doğum, doğum anı, babanın yapabilecekleri, yapamayacakları, ebeveynliğe geçişin sadece doğum anında olmadığı ; her ne kadar “okumuş etmiş” insanlar da olsak bu konularda bilgi eksikliğimiz çok fazla ve biz genellikle doğum anına kadar da bunları bilmekten kaçınıyoruz. Çoğu baba doğum anını dahi göremiyor ya da filmlerdeki gibi hastane koridorlarında elini kolunu nereye koyacağını bilemeyecek duruma geliyor. Ancak şunu kaçırmamak da fayda var; bunlar tamamen bizim tercihimiz. Bebeğimiz doğduktan 14 ay sonra eşim şimdi şu cümleleri kuruyor; “Hamileliği doğrudan benim müdahil olabileceğim bir şey olarak hiç düşünmedim. Bebek orada ve günü geldiğinde doğacak ve her şey o zaman başlayacak, ben o zaman dahil olacağım. Yani bebek orada senin karnında, daha sonra burada olacak diye düşünmüştüm” Oysaki hep bizimleydi, buradaydı ve biz bunu şükürler olsun ki çok erken haftalarda fark etmiştik. Açıkçası; bir yerlerde eksiklik olduğunu hissetsem de başlarda ben de onunla aşağı yukarı aynı noktadaydım. Her ailenin dinamiği farklı, bizim ebeveynliğe yolculuğumuzda bu şekilde başladı iş bölümü, hala yapmamız gereken ve çabaladığımız çokça konu var. Keşke her evde bebek bakımı ile ilgili ve tabi ki evin diğer işleri ile ilgili iş bölümü doğumdan önce başlasa. İlaç gibi gelir doğumdan sonra başlayan kaos günlerine. Bu illaki benim bahsettiğim gibi bir eğitim ile olmak zorunda değil, başka yollarla da yapmak mümkündür elbet. Önemli olan hamileliğin, doğumun ve doğumdan sonra uzunca bir sürenin sadece anne ile ilgili olmadığının farkına varmak. Bu, doğumdan sonra başlayan ebeveynlik yolculuğundaki rolleri de çok belirliyor. Bir de unutmamak lazım bebekler anne karnından itibaren her şeyin farkındalar ; devamında ise görerek, gözlemleyerek öğreniyorlar. Ev içi rollerde ne kadar erken eşitlik sağlanırsa, onlar da o kadar nasibini alır. Sevgiler. -30 Aralık 2020- Ek not olarak; sonradan öğrendiğim kadarıyla birçok devlet hastanesi, kadın doğum ve çocuk hastanelerinde çift olarak katılabileceğiniz ücretsiz doğuma hazırlık veya ebeveynlik eğitimleri de bulunuyor. Bir de pandemi döneminde birçok ebe online olarak destek sağlayabiliyor. Böylece hangi şehirde olursanız olun erişmek çok kolaylaşıyor. **Bahsi geçen kitap; Eyvah Anne Oluyorum! / Ezgi Berk **Bahsi geçen serbest ebe; Gözde Çavuş- Ebehane- İzmir **Metin Görseli; a part of The Tree Of Life / Gustav Klimpt / 1909- Austria
Eveettt, söz verdiğim gibi Şemsa Denizsel röportajıyla karşınızdayııımmmm… Şemsa ve HSBC Türkiye el ele nefis bi sosyal proje yürütüyorlar, Artan Mutfağı… Beni tanıyan herkes, içinde sosyal fayda’ olan konulara özel ilgim olduğunu bilir… Toplumun yararına ve gelişimine yönelik gerçekleşen her projeyi bu yüzden yürekten destekliyorum. İşte Artan Mutfağı da böyle bir proje… Amacı, evimizde kalan artan malzemeleri değerlendirip, yeni lezzetler yaratmak… Kalan bir kase yemeği dökmek yerine, ondan 4 kişiyi doyuracak bir lezzet türetmek. Küresel ısınma ve gıda krizinin konuşulduğu bu dönemde, gıda israfı ve sürdürülebilirlik konusunda farkındalık yaratmayı hedefleyen bu projeyi çok kıymetli buluyorum. Emeği geçen herkesi avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlıyoruummmm… Şemsa ile Artan Mutfağı’ndan girdik, tüketim toplumundan çıktık. Farkındalığımın arttığı keyifli bir sohbet oldu.. Röportajı okuyan, “Çevremiz için dünyamız için ben tek başıma ne yapabilirim ki?” diye düşünen aranızdan birini bile harekete geçirse, kendimi acayip işe yaramış hissedeceğim.. Şimdi sözü Şemsa’ya bırakıyoruummmm… Tebrikler! Yine şahane bir işe imza attın. HSBC Türkiye ile “Artan Mutfağı” diye bir proje başlattın. Hadi senden dinleyelim, nedir bu… -Hepimizin evinde yemek artıyor. Bazen de malzeme kalıyor. N’apıyoruz? Hooop çöpe atıyoruz! Bu, yanlış bir kafa. Biz aslında böyle görmedik büyüklerimizden. Artan Mutfağı, benim icat ettiğim bir şey değil. Bizim kültürümüzde zaten var olan bir şey. Ben, tekrar “Aslımıza rücu edelim” diyorum. Aynı zamanda, sıfır atık için 5R teorisini destekleyen bir sosyal proje. Nedir 5R? -Refuse Reddet, Reduce Azalt, Reuse Yeniden Kullan, Recycle Geri Dönüştür ve Rot Kompost Yap şeklinde özetleyebilirim. Artan Mutfağı’nda amaç, evimizde kalan artan malzemeleri değerlendirip, yeni lezzetler yaratmak. Hedefimiz, gıda israfı ve sürdürülebilirlik konusunda farkındalık yaratmak. Ne mutlu bana ki, HSBC Türkiye’yle güçlerimizi birleştirdik. Güzel ve faydalı bir işe imza attığımızı düşünüyorum. Sen oldum olası bu kafadaydın zaten… -Aynen öyle! Lokantamı da böyle işlettim. Bir gün zeytinyağlı bezelye yaptıysam ve arttıysa, ertesi gün onu bezelye çorbasına çevirip lokantamda sattım. Üstelik inanılmaz lezzetli oldu. Evde de böyle yaşıyorum. Gıda israfı kötü bir şey. Dahası iklim değişikliği var. Toprağı kaybediyoruz. Artan Mutfağı, işte buna “dur” demenin bir yolu. Tamam, hiçbirimiz, tek başımıza dünyayı kurtaramayız. Ama bir şey yapıyor olmamız gerekiyor. Artan Mutfağı’yla hepimiz bir şekilde ucundan tutabiliriz. Buna bütün kalbimle inanıyorum. Bu yüzden de böyle bir farkındalık yaratmak istedim. Sen, her şeyi dönüştürmemiz gerektiğine inanıyorsun… -Evet “Alırım, atarım… Alırım, tüketirim… Parasıyla değil mi kardeşim!” algısına karşıyım. Hepimiz karşı olmalıyız! Üzerimize giydiğimiz tişört, delininceye kadar giymek durumundayız. Dönüştürmek zorundayız. En çok da gıdayı dönüştürmek zorundayız. Bizler, toprağa borçluyuz! Her şey topraktan geliyor ve biz toprağı kaybediyoruz. Artanı değerlendirip, tekrar kullanıma sokup, kıymet katarak yeniden yapmak amacım. Ben böyle yaşıyorum. Kendi mutfağımda sürekli dönüştürüyorum. Başkalarına da bu konuda ilham vermek istedim. Bazen bayatlamış bir ekmekten, başka malzemeler de kullanarak, çok da havalı bir şey çıkarabiliyorum. Ya da kalmış bir yemeği, cennete çevirebiliyorum. Ama bu sadece bana özgü değil, herkes yapabilir. Mesela sucuklu kuru fasulyeden, bir kuru fasulye ezmesi yaptım, inanılır gibi değil. Parmaklarını yersin! Ben insanlara ilham vermek istiyorum. Olay bu. Aslında kendime de meydan okuyorum. “Bundan bir şey çıkmaz!” denen şeyden, bir şey çıkarıyorum. Hadi sıra sizde… Siz de yapın… Yapabilirsiniz… Sen biraz ayrık otusun. Kolay kolay kurumlarla bir araya gelmezsin. HSBC Türkiye’yle nasıl ortak bir noktada buluştunuz? -Onların, 2030’a kadar kendi organizasyonlarında, müşteri tabanında da 2050’ye kadar “sıfır karbon emisyonu” diye bir hedefi var. Bunu önemsiyorlar ve bu yönde birtakım çalışmalar yapıyorlar. Artı, kendi yaşadığı coğrafyayı iyileştirmek isteyen küçük start-up’lara ve sosyal sorumluluk projelerine destek veriyorlar. Çok hoşuma gitti. Benzer pencerelerden baktığımızı gördüm. Ben mesela gıda malzemeleriyle yan yana gelmiyorum. Çünkü bunu yapmak, paketli ürüne “evet” demek. Ben tam tersini savunuyorum. “Küçük üretici” diyorum “Zanaat mahsulü olmalı” diyorum. “Toprağa da önem vererek çalışıyor olmalı” diyorum. Maalesef paketli gıdalar için bunu söyleyemeyiz. O yüzden onlarla yan yana duramıyorum. Kendim de kullanmıyorum zaten. Birileriyle güçlerimi birleştireceksem, felsefemiz uyuşmalıydı. HSBC Türkiye’yle uyuştu. En çok gönlümü çelen şu oldu, WWF Türkiye’yle iş birliği yapmışlar, Büyük Menderes Havzası’nda yağmur suyu hasadı yapıyorlar. Bunu alkışlamamak mümkün değil. Yağmur suyu hasadı tam olarak nedir? – Ben, kendi yaptığımı anlatayım. Çatılardan yağmur akıyor di mi? Olukları bir gidere, onu da bir havuza bağlıyorsun. Evimde tam da bunu yaptım. Havuzda biriken o yağmur suyuyla, sulama yapıyorum. Zeytinlerimi onunla suluyorum. Onlar da Büyük Menderes havzasında bunun çok daha büyüğünü yapmışlar. Geçen sene 2400 ton yağmur suyunu hasat etmişler ve tarımda kullanılmış bu. Doğanın sana verdiğini yine doğaya kullanıyorsun. Dünyanın geleceğini gözeten tercihleri özendirmek istiyorlar. Artan Mutfağı’na da inandılar. Çünkü kendi hedef kitleleri için de bilinçli bir farkındalık olduğunu düşündüler. Peki ne yapıyorsunuz şu anda? -Proje kapsamında sosyal medyada, artan malzemelerle yaptığım 11 yemek tarifi yayınlıyorum. Kendi hesabımdan, HSBC Türkiye’nin hesabında da yayınlanıyor. Herkesi dahil etmek istediğimiz için de, Instagram’da bir “Challenge” başlattım. Siz de artan malzemelerle kendi yemeğinizi yapabilirsiniz. En orijinal tarifi yayınlayan kişiyi seçeceğim ve onunla birlikte kendi mutfağımda, yine artan malzemelerle bir yemek yapacağız. 12. videoyu, challenge’ın galibiyle çekeceğiz yani. Patates haşladın kaldı mesela… Püre yaptın kaldı… Patates yemeği yaptın kaldı… Makarna kaldı… Her gün aynı makarnayı yemeye devam etmene gerek yok! O makarnayı da bir şeye dönüştürebilirsin… O patatesi de ekmeği de… Misafir geldi diyelim ki, et yaptın, bir parça arttı… Onunla doymazsın belki ama onu bir şeye katıp, evinde 4 kişiyi doyurabilirsin… O hayvanı yetiştirmek için ne kadar su kullanılıyor biliyor musun? Ne kadar çevre kirliliği yaratılıyor. Yani hiçbirimizin, “O etin kalanı atarım!” deme gibi bir lüksümüz yok. Böyle bir dünya yok! Olmamalı… Ben kendi evimde, kendi mutfağımda yaptıklarımla biraz olsun ilham uyandırabilirsem, birilerine ufacık bir fikir verebilirsem ne mutlu bana… Ekmekti, etti, balıktı, patatesti gibi kalan malzemelerle 11 video çekiyorum, her birinin sonunda diyorum ki, “Ben artan malzemelerle bunu yaptım. Siz ne yapıyorsunuz?” Çok güzel şeyler gelmeye başladı bile. Heyecanla takipteyim! Hadi siz de katılın challenge’ımıza… Sen Şemsa olarak, şu anda aklına gelenleri söyle, kendi evinde ne tür şeyler yapıyorsun… -Salata yapıyorum diyelim. Sosu da nefis. Salata bitiyor. Sosu kalıyor. Ben mesela ben o sosu alıyorum, bir kavanoza koyuyorum. Akşamın salatasında kullanıyorum. Oh misss oluyor! Tavuk mu yapıyorum? Tavuğun kemikleri kalıyor. Onu iki dakika kaynat, tavuk suyu oluyor. Başka bir yemeğin lezzetini yükseltmeme yardım ediyor! Mesela bir şeyler haşlıyorsam, onların sularını, küçük küçük donduruyorum. Bir başka yemeğe onları kullanıyorum. Ben de çözümler sonsuz. Ve inanılmaz keyif alıyorum. Sen, çekirdekleri filan da biriktirir misin? -Elbette, ekiyorum onları. Bizde hiçbir şey ziyan olmuyor! Bir de tavuklarım var. Beni versen, yerler! Bizim tavuklar, evin artanıyla besleniyor. Mutfakta “sıfır atık” için ilk adım ne olmalı? -Bir kere bu bilinç olmalı. Biz de bilinci yaratmaya çalışıyoruz zaten. Mesela mutfağında streç film kullanma. O topa girme! Aldığın plastik değil, cam kap olsun. Eski kavanozları muhakkak kullan. Ben salata sosunu da kavanozda yapıyorum. Üstlerinin kapağı olsun. Yıka, tekrar tekrar kullanabilirsin. Halbuki streçi çekiyorsun ve çöpe atıyorsun. Naylon o. Yapma! Böyle şeylere dikkat etmek lazım. Sürekli kâğıt havlu yolup, elini ona kurulama. Mutfak havlusu, mutfak bezi diye bir şey var. Onu kullan. İki günde bir değiştirirsin. Evet, yıkarken su ve deterjan harcıyorsun ama kâğıt israfından çok daha az zarar vermiş oluyorsun. Sen buzdolabında neleri muhafaza ediyorsun? -Mümkün mertebe kullanacağım kadar malzeme almaya özen gösteriyorum. Kilolarca domates patates almıyorsun… -Almıyorum. Az alıyorum, az tutuyorum. Haftalık liste yapmaya çalışıyorum. Mutlaka pazardan alışveriş yapıyorum. Haftada bir pazara gidiyorum. Burhaniye Pazarı, benim pazarım. Pazartesi günleri olağanüstü! Peynirimi de pazardan almaya çalışıyorum. Mümkün mertebe kapalı peynir almıyorum. Markete gidip peynir almayalı epey zaman oldu. Hep söylüyorsun ya, “Mevsiminde ve kendi toprağında yetiştirilen yerli sebzeyi meyveyi tüketin” diye. Bunu çok önemsiyorsun… -Evet. İstanbul’da yaşamıyorum artık. Kuzey Ege’ye taşındım. Bazı gıdalar çıktı hayatımdan. Mesela avokado yok. Özlüyorum ama anamın karnından avokadoyla mı doğdum? Varsın olmasın! Ben bu topraklarda yetişenle yaşıyorum. Köylülerin kendi tezgahlarında sattıklarını alıyorum. Neyin hormonlu neyin ilaçlı olduğunu nasıl anlıyorsun? -Anlayamam ki… Pırıl pırıl olmayanları mı tercih ediyorsun? -Öyle yaptığım da oluyor. Gerçi köylü de uyandı. Diyor ki, “Bu organik!” “Ne organiği arkadaşım diyorum!” Organiğe de bu kadar takılmak lazım mı? Onu da çok bilmiyorum. Geleneksel tarımın nispeten daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bahçesinde küçük bir şey yetiştirmiş belli, az bir şey. Onu almaya çalışıyorum. Genellikle de inanılmaz lezzetli oluyor. “O domates neydi!” diyorum, ertesi sabah koşarak yine o kadına gidiyorum. Evdeki artan malzemelerle yaptığınız yemeğin fotoğrafını çekin. Video istemiyorum, story’de bir fotoğraf yeter bana. Ama altına, “Ekmek köftesi yaptım içine taze soğanla, dereotu koydum, tavada kızarttım” gibi şeyler yazın. Bu kadar kısa da olur. Uzun anlatmak istiyorsanız, canıma minnet. Ve bunu story’nizde paylaşın. Muhakkak benim ve HSBC Türkiye’nin Instagram adreslerini ve ArtanMutfağı’nı tag’leyin. Bu kadar. Hepinizin tariflerini bekliyorum. İhtiyacımızdan fazlasını almamayı nasıl başaracağız? -Zor ama başaracağız! Tamamen tüketmeye göre kurgulanmış bir dünyada yaşıyoruz. Tüketim manyağıyız hepimiz. Bunun değişmesi lazım. “Param var alıyorum”… Anladık, öyle yapıyorsun da… Hiç mi bir sorumluluk hissetmiyorsun? Çocuğuna ne bırakacaksın? Çocuğun nasıl bir dünyada yaşayacak? Senin çocuğun, senin çocukluğunun geçtiği dünyadan daha kötü bir dünyada yaşayacak. Onun çocuğuna ne olacak? Dünya diye bir şey kalmayınca ne olacak? Kim, nerede yaşayacak? Gıda olmayınca, kimyasal haplar yutarak mı yürüyecek bu iş? Bu gidişatta hiç mi sorumluluğumuz yok? Soruyorum size… Artık bu olan bitene bir “dur” demenin zamanı gelmedi mi? HSBC Türkiye neden Artan Mutfağı projesini hayata geçirdi? -Parçası olduğumuz topluma ve dünyamıza olan sorumluluğumuzun bankacılık faaliyetlerimizin ötesinde olduğuna inanıyoruz. Sahip olduğumuz gücü ve kaynaklarımızı, toplumda pozitif değişimi hızlandırmak, yarattığımız sosyal değeri artırmak ve daha sürdürülebilir bir dünya hedefi için kullanıyoruz. Son dönemde daha da artan doğal afetler, yaygın orman yangınları, gıda krizi, küresel ısınma… Dünyamız bize her fırsatta alarm zili çalıyor, uyanmamız, harekete geçmemiz, hızlanmamız yönünde uyarı veriyor. HSBC Türkiye olarak zaten sürdürülebilirlik alanında birçok projemiz bulunuyor Kâğıt, su, enerji ve atık tasarrufu sağlayan birçok projeyi hayata geçirdik. Sürdürülebilirlik konusunda hedeflediğimiz noktaya vaktinde ulaşabilmek için herkesin iş birliğine ve hızla uygulanıp sonuç alınabilecek daha fazla sayıda projeye ihtiyaç var. Sürdürülebilirlik, artık davranışlarımız, tercihlerimiz ve günlük yaşamımızın her alanında karşımıza çıkıyor ve aslında bir kültüre dönüştü. Bu konuda harekete geçmek ve etkili aksiyon almak için büyük, teknik projelerin dışında herkesin katılabileceği, pratik ve hızla sonuç alınabilecek alanlar da var. Mutfak da onlardan biri… -Aynen öyle! Tüm kültürlerin en önemli bileşenlerinden biri mutfaklarımız. Aileleri, dostları, insanları bir araya getiriyor. Alışveriş tercihimizden, gıda tüketimimize kadar pek çok alanda küçük değişiklikler yaparak daha sürdürülebilir bir mutfağa sahip olmak, israfı önlemek ve daha sağlıklı tercihler yapmak mümkün. 2021 Birleşmiş Milletler Gıda İsrafı Raporu’na göre, tüm dünyada her yıl yaklaşık 931 milyon ton gıda israf ediliyor. Bunun büyük bölümü evlerimizin mutfağında gerçekleşiyor. Daha iyi bir gelecek için, israfı önlemek için harekete geçmek hepimizin sorumluluğu. Bu konuya dikkat çekmek, değişimi en başta evlerimizde başlatmak ve yeni tarifler denemek için sevgili Şemsa Denizsel’le artan lezzetleri değerlendirdiğimiz ilham dolu bir mutfak hareketi başlattık. Artan Mutfağı projemizde, Şemsa Hanım’ın videolarıyla mutfaklarda artan malzemelerin, yaratıcılık dolu bir yolculuktan sonra lezzetli tariflere dönüşmesini hep birlikte izliyoruz. Mutfakların, sıfır atık anlayışını benimseyerek, değişikliğe başlamak için en kolay yerlerden biri olduğunun bilincinde olmalıyız. Her yemek, farklı hikayesi ve tadıyla, bir coğrafya için dilden dile ve tabaktan tabağa yayılan değerli bir kültürel araç. Kültürümüz içinde de önemli bir yer tutan mutfağı ve yemeği, sürdürülebilirlik ekseninde Artan Mutfağı projemizle buluşturduğumuz için de mutlu ve gururluyuz!
evimizde nasıl bir iş bölümü var